yeni nesil tarihini, kültürünü yeterince tanıyor, biliyor

24 Mayıs 2010 Pazartesi

EBRU


Ebru, kitreyle yoğunlaştırılmış su üzerine tezyini kâğıt ile resim yapma sanatıdır. Geleneksel Türk Sanatlarındandır. Ebru sanatının ne zaman ve hangi ülkede ortaya çıktığı bilinmemekle beraber bu sanatın doğu ülkelerine özgü bir süsleme sanatı olduğu düşünülmektedir. Bazı İran kaynaklarında Hindistan'da ortaya çıktığı yazılıdır. Bazı kaynaklara göre de Türkistan'daki Buhara kentinde doğmuş ve İran yoluyla Osmanlılar'a geçmiştir. Batıda ebru "Türk Kağıdı" olarak adlandırılmaktadır. Koyulaştırıcı bir madde ile kıvamı arttırılmış suyun üzerine, içine öd katılmış, suda erimeyen boyaların serpilmesi ve su yüzeyinde meydana gelen şekillerin bir kağıda geçirilmesi ile yapılır.

Türk Tarihinin En Büyük On Lideri


Kimileri ulvî olarak gördükleri bir amaç uğruna Türk milletinin başına geçti; Fatih Sultan Mehmed ve Alparslan gibi... Kimileri tüm dünyayı tek bayrak altında toplamak için silaha sarıldı; Attila ve Kanuni Sultan Süleyman gibi...

Kimileri dünyayı, kendisini fethe çıkanlardan kurtarmak için bu ateşten gömleği giydi; Selahaddin Eyyubi ve Atatürk gibi... Kimileriyse yeni bir dünya kurmak için Türk sancağını beline sardı; Oğuzhan gibi...

İşte size Türk tarihinin en büyük on lideri


  • Oğuz Kağan

  • Attila

  • Çağrı Bey

  • Alparslan

  • I.Alaaddin Keykubat

  • Selehattin Eyyubi

  • Fatih Sultan Mehmet

  • Yavuz Sultan Selim

  • Kanuni Sultan Süleyman

  • Mustafa Kemal Atatürk

Abidin Dino ve Mutluluğun Resmi


Çok yönlü bir kültür adamı olan Abidin Dino, çağdaş Türk resminin öncülerindendir. Ressam, karikatürist, yazar, film yönetmeni.Türk resim tarihinde D Grubu ve Yeniler Grubu adlarıyla anılan sanat topluluklarının öncülerinden olmuştur. Türkiye'nin yanı sıra Fransa, Cezayir, ABD gibi ülkelerden sergiler açmış; yurtdışında Fransa Plastik Sanatlar Birliği Onur Başkanlığı, New York Dünya Sanat Sergisi Danışmanlığı gibi görevler üstlenmiştir. Sol görüşlü bir aydın olan Dino, siyasi düşünceleri nedeniyle bir süre Türkiye'de sürgünde yaşamış 1952'den itibaren Paris'te hayatını sürdürmüştür.

Heralde Abidin Dino deyince çoğumuzun aklına Mutluluğun Resmi gelir.Abidin Dino, Nazım Hikmet'in "Bana mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin ?" sorusuna karşın bu resmi yapmış denebilir...

23 Mayıs 2010 Pazar

Fatih'in Eğitime Verdiği Önem


Fatih Sultan Mehmed'in tarihteki en önemli yanlarından birisi de eğitime verdiği önem olmuştur. Üniversite anlamında Osmanlı tarihinde ve dünya tarihinde bilinen en eski eğitim kurumlarından olan Sahn-ı Seman'ı kurmuştur. Sahn-i Seman İstanbul'un ilk Türk yükseköğretim kurumudur. Sahn-ı Seman medreseleri Fatih Külliyesi içindeki en yüksek düzeyli medreseler idiler. Sahn-ı Semân'ın eğitim müfredatının hazırlayıcılarından çağın önemli bilim adamı Ali Kuşçu'dur. Medreselerde Ali Kuşçu tarafından düzenlenen bir okutma planının olduğu, hattâ bunun “Kânûnnâme” şeklinde yapıldığı bilinmekle birlikte, ama bugüne kadar incelemesi yapılan Osmanlı arşiv belgeleri arasında ele geçirilememiştir. Sahn-ı Semân, Kanuni tarafından açılan Süleymaniye medresleri zamanına kadar nakli ve akli bilimlerde öğrenci yetiştirmekteydi. Kanuni devrinde bu medreseler şer'î ilimler ihtisası yapılan medreseler olmuşlar, Süleymaniye medreseleri de aklî ilimlerin ihtisas yeri olmuştur.

Gördüğümüz gibi yaptığı fetihle çağ açıp çağ kapatan bu padişah eğitime, mimariye ve kültüre son derece önem vermiştir.Onun yaptıklarına karşılık bizim de bu değerlere sahip çıkıp korumamız en büyük görevimiz olsa gerek..

20 Mayıs 2010 Perşembe

Atatürk'ün Kültüre Verdiği Önem


Atatürk sadece başarılı bir asker, büyük bir devlet adamı değildir. Aynı zamanda bir halk bilimcidir.O kültürle ilgili şu sözleri söylemiştir:



  • Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli kültürdür.

  • Milli kültürümüzü çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkaracağız.

  • Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.

  • Musikisiz hayat mevcut olmaz, müzik hayatın neşesi, ruhun sevinci ve her şeyidir.

  • Bizim gerçek müziğimiz Anadolu halkında işitilebilir.

  • İlim tecrübe ile olmaz, tetkikle olur.

Bu veciz sözleri söyleyen ve konuşmalarında sık sık Millî Kültür terimi kullanan Atatürk elbetteki halk kültürü adamıdır.

18 Mayıs 2010 Salı

Türkiye'deki Dünya Mirasları

  • Kapadokya ve Göreme Milli Parkı (1985)
  • Divriği Ulu Camii ve Daruşşifası (1985)
  • İstanbul'daki Tarihi yerler (1985)
  • Hattuşaş:Hitit Başkenti (1986)
  • Nemrut Dağı (1987)
  • Pamukkale ve Hiarepolis Milli Parkı (1988)
  • Ksantos-Letoon (1988)
  • Tarihi Safranbolu Şehri (1994)
  • Truva (antik şehir) (1998)

16 Mayıs 2010 Pazar

Yöresel Kıyafetler





  Ülkemizde birçok bölgenin kendine özgü kıyafetleri vardır.Bu kıyafetler o yörenin insanının kendi emeğiyle yaptığı kıyafetlerdir.Kiminin başında gümüş paralarla süslü fesi, kiminin beline sardığı kuşağı.. Hepsinin ayrı bir güzelliği ve ayrı bir manası vardır.Düğünlerde kızlar gelinlik olarak da kendilerine özgü kıyafetlerini giyerlr. Ne yazık ki günümüzde artık bu kıyafetleri göremiyoruz.Ancak bir kasabanın bir şenliği olduğunda bazı insanlar bu kıyafetleri hatırlatmak için giyiyorlar.. 

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Van Kedisi

Van kedisi, Van yöresi kökenli, iyi bir yüzücü olan, gözleri mavi veya kehribar rengi veya biri mavi diğeri kehribar olabilen, nadide ve asil bir kedi ırkıdır. Asaletini ve beyaz rengini paylaşmakla birlikte, önemli farklılıkları da bulunan Ankara kedisi ile karıştırılmamalıdır. Genelde Van kedisi yavrularının iki kulağı arasında bir veya iki adet siyah nokta bulunur.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Kız Kulesi

Kız Kulesi
   Boğaz girişindeki kayalık üzerine kurulmuş küçük, şirin bir kuledir. İstanbul’un sembollerinden birisidir. Tarih içinde gözetleme kulesi, deniz feneri olarak kullanılmış.Suların, karasevdanın ve söylencelerin gizemini taşıyan Kız Kulesi, istanbul'un en romantik ve gizemli mekanlarından biri. Alımlı, sevdalı ve denizin ortasında bir başına, yapayalnız... Kendi kendine yeten bir tarihe sahip olan mekan, yüzyıllardır anlatılan efsaneleriyle de bir ilgi odağı. Kızkulesi ile ilgili anlatılan ilk hikaye; Ovidius'un kaydettiği bir aşk hikayesi. Zamanında Üsküdar sırtlarında Tarnıça Afrodit adına bir tapınak vardır. Hero'da genç kızların görev yaptığı bu tapınağın rahibelerindendir.
   Kulede kumrulara bakmakla görevlidir. Aşka yasaklıdır. Her ilkbaharda doğanın uyanışı adına tapınak çevresinde törenler yapılır, çevre şehirlerden insanlar akın akın tapınağın çevresine gelir, yenilir içilir, aşkı bulamayanlar Afrodit'e ma­bedinde yakararak aşkı yaşayabilmek için yakarırlar. Bo­ğazın karşı kıyısında oturan Leandros'ta bu törene katılmak için tapınağa geldiğinde Hero'yla karşılaşır. Birbirine aşık olan iki genç, Leandros'un gece kuleye gelmesi ile aşklarını kutsarlar. Kızkulesi her gece iki gencin gizli aşkına tanıklık eder. Leandros'un yüzerek kuleye geldiği fırtınalı bir günde kıskanç bir rahip feneri söndürür. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros boğazın sularına gömülür. Sevgilisinin öldüğünü gören Hero da kendini Kızkulesi'nden Boğazın sularına bırakır.
   Kuleyle ilgili söylencelerden biri de yılan hikayesidir. Kehanete göre kralın birine, çok sevdiği kızı onsekiz yaşına geldiğinde bir yılan tarafından sokularak öleceği söylenir.Bunun üzerine kral denizin ortasındaki bu kuleyi onararak kızını buraya yerleştirir. Kaderin kaçınılmazlığını kanıtlarcasına, kuleye gönderilen üzüm sepetinden çıkan bir yılan, prensesi zehirler. Kral, kızına demirden bir tabut yaptırarak Ayasofya'nın giriş kapısının üstüne yerleştirir. Bugün bu tabutun üstünde iki delik vardır. Yılanın ölümünden sonra da onu rahat bırakmadığına dair hikayeler anlatılır.

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Türkiye'de Ramazan

   Ramazan ayı ve bayramının İslam ve Türk kültüründe önemli bir yeri vardır. Ramazan da büyük camilerin minareleri arasına mahya denilen ışıklı süsler asılır. Ramazan ayının ilk günlerinde genelde "Hoşgeldin ya Şehri Ramazan" benzeri mesajlar yazılır ve bu yazılar sürekli değişir
   Ramazanın son haftasında bayrama hazırlık olarak evler temizlenir, bayramlıklar alınır, bayram coşkuyla geçer.İftar vakti top atılır.
   Türkiye'de Ramazan ayı ve bayramıyla özdeşleşen bir başka kültürel öğe de gölge oyunudur. "Hacıvat ve Karagöz" ile gölge oyunu Türk kültürünün önemli bir parçasını oluşturur. Eski zamanlarda, gölge oyunu ramazan gecelerinde insanların en büyük eğlencesini oluşturmaktaydı. Aileler iftardan sonra toplanıp gölge oyunu izlemeye giderlerdi. Her ne kadar bugün bu gelenek pek revaçta olmasa da, halâ Ramazan ayı ve bayramıyla özdeşleşmişliğini korumaktadır. Ramazan'a ilişkin her türlü etkinlik ve çalışmada, gölge oyunu ve karakterleri en baş figürler olarak yer almaktadır.

   Ramazan bayramı ailelerin bir araya gelip beraberce eğlendiği, ailenin önemini vurgulayan bir bayramdır. Herkes çok özenli giyinir. Çocuklar bayramlıklarını giyerler. Ramazan Bayramı'nda ailelerin genç bireyleri daha yaşlı olan bireyleri ziyaret eder. Büyüklerin elleri öpülür. El öpen çocuklara büyükleri harçlık verir. Tatlılar, şekerler, çikolatalar ikram edilir. Baklava en çok sevilen ve ikram edilen tatlılardan biridir. Ayrıca küs olanların bayram sebebiyle barışması da bir gelenektir.
   Ramazan ayı nefsimize hakim olmayı öğretir, Allah'ın verdiği nimetlere şükretmeyi hatırlatır.

6 Mayıs 2010 Perşembe

Türk Sporlarından CİRİT

   CİRİT, Türklerin en büyük spor ve tören oyunuydu.Hatta Osmanlı da Savaş Sporu olarak adlandırılmaktaydı. Ancak 2.Mahmut tarafından bir ara yasaklandı fakat tekrar bizim ata sporlarımızdan biri oldu.Başta tüm Türkiye'de yayılmış olan bu spor zamanla unutuldu sadece bazı illerde devam etti.Bu sporu yaşatmak için bazı illerde her sene düzenlenen şenlikler vardır.
   Cirit bizden sonra Avrupa ve Arabistan'a da yayılmıştır.
   Cirit Oyunu'nda iki takım bulunur. Bu takımlar 70 ilâ 120 metre genişliğindeki bir alanda karşılıklı olarak alanın en gerisinde 5'şar, 6'er veya 7'şer kişi olarak dizilirler. Ciritçiler bölgesel giyimleriyle atlarına biner. Sağ ellerine atacakları ilk ciriti, diğer ellerine de yedek ve kamçı alırlar. İki tarafın birinden bir atlı öne fırlar, karşı dizinin önüne 30-40 metre kadar yaklaşır. alay durağındaki rakip takım oyuncularından birine Sağ elindeki ciriti savurur, sonra geri döner, atını kendi dizisine doğru mahmuzlar. Karşı tarafın oyuncusu hızla onu takip eder, elindeki ciriti geri dönüp kaçan karşı taraf elemanına fırlatır. Bu kez ilk oyuncunun çıktığı sıradan diğer bir ciritçi onu karşılar. İkinci diziden çıkan, sırasındaki yerini almak için süratle yerine dönmeye çalışır. Bu defa rakibi onu kovalar ve ciritini atar.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Bizde Sanat

  Türklerde sanat birçok alanda gelişmiştir.Kültürümüz sanat konusunda çok zengindir ve özellikle mimariye önem verilmiştir. Mimaride dini yapılar anıtsaldır. Resimde ve heykelde din kültürünün etkisiyle gelişme olmamıştır ancak minyatür ve süsleme sanatlarında olmuştur. Türk sanatı çini, hat, ebru, seramik, tezhip ve halıcılıkta gelişmiştir.

   Müzik gerek sivil gerek askeri müzikte sanat müziğinden hafif müziğe evrilir. Dini müzik Türk müziğinin önemli unsurudur. Halk müziği, klasik ve arabesk özelliktedir. Türk sanat müziği çağdaş bir sesle, hafif müzik klasik ve pop müzikle gelişmektedir.
   Türk edebiyatı şiir, hikâye, roman, deneme, mizah, eleştiri dallarında eski ve yeni formatlarda dünya dillerine çevrilen eserler üretmektedir. Sözlü edebiyat geleneği, dini edebiyat formunda yaygındır ve en meşhuru kandillerde okunan mevliddir. Halk edebiyatında dünya kültürüne Nasreddin Hoca tanıtılmış, halk danslarıyla ve seyirlik sanatlarla tarihi kültür yapıları yaşatılmıştır.

4 Mayıs 2010 Salı

Türk Mutfağı

  Türk mutfağı, Osmanlı'nın mutfağını miras almaktadır. Osmanlı mutfağı da Türk, Arap, Yunan ve Pers mutfaklarının birleşimi ve saflaştırılması olarak tanımlanabilir. Türk mutfağı ayrıca Batı Avrupa mutfağından olduğu kadar bu mutfaklardan ve diğer komşu mutfaklardan etkilendi. Osmanlılar, Orta Asya'dan Yoğurt gibi geleneksel Türki unsurları, kendi ülkelerindeki çeşitli yemek pişirme geleneklerini ile etkilendikleri Orta Doğu mutfağıyla birleştirdiler. Osmanlı İmparatorluğu, gerçekten koskocaman bir teknik özellik dizisi yarattı. Bu durum Osmanlı İmparatorluğu'nun Osmanlı yemeklerinden küçük parçalar ve örnekler içerdiği çeşitli bölgelerinde gözlemlenebilir.
  Ayrıca Türk mutfağı her bölgede farklı özellik gösterir.Her bölgenin kendine has yemeği vardır.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Rumeli Hisarı

Rumeli Hisarı, İstanbul'un Sarıyer ilçesinde Boğaziçi'nde bulunduğu semte adını veren hisar, Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul'un fethinden önce boğazın kuzeyinden gelebilecek saldırıları engellemek için Anadolu yakasındaki Anadolu Hisarının tam karşısına inşa ettirilmiştir.Burası boğazın en dar noktasıdır.Mekanda uzun yıllardır Rumeli Hisarı konserleri düzenlenmektedir.
  Rumeli Hisarı'nın Hikayesi
  Fatih. İstanbul'u almayı aklına koymuştur.Öncelikle Yıldırım Bayezid'in yaptırdığı Anadolu Hisarının karşısına Rumeli Hisarını yaptıracaktır.Bizans İmparatoru Konstantinden bir av köşkü yapmak için toprak ister.İmparator dalga geçercesine bu av köşkünün bir dana derisi kadar yer kaplamasını ve bu kadar toprak vereceğini söyler.Bunun üzerine F.S.Mehmet, hemen bir dana kestirip derisini yüzdürür ve derisinden iplik yaptırır. Rumeli Hisarı'nın yapılacağı alanı bu iple çevirir.İmparator bu inşaata bakmaya geldiğinde şaşırır. Çünkü inşaat arazisi değil bir dana derisi, yüzlerce dana derisini içine alacak kadar büyüktür.Durumu Fatih'e bildirdiğinde Fatih dana derisinden yaptırdığı ipi gösterir ve şöyle der: "Ben bu ipi dana derisinden eğirttim.Bir fazlası varsa yıkalım." İmparator da yanındakiler de çaresiz susar ve hisarın yapımına izin verirler.

  Beyaz Balina'yla (Moby Dıck) Ahap Kaptanın öyküsünü anlatan Amerikalı ünlü yazar Herman Merville, 1856'da İstanbul'a gelir.Ve Rumeli Hisarı'nı görünce, kralların imzaladığı antlaşmaların ve tablolardaki resim imzalarının yanında, bir kente taşlarla atılan imzayla ilk kez karşılaşmanın şaşkınlığını dile getirir.Moby Dıck'in yazarı Merville, Rumeli Hisarı'nın şeklinin Fatih'in imzasına benzediğini bilmekteydi.Yapımında bizzat çalışan Fatih elbette topoğrafyanın elverdiği ölçüde Boğaz'ın kıyısına taşlarla adını yazmayı düşünmüş. Boğazdan bakılınca Kufi yazı ile isminin baş harfini görebilirsiniz.
   Rumeli Hisarı bugün müze ve açıkhava tiyatrosu olarak kullanılmaktadır.Hisarda açık teşhir yapılmakta, sergi salonu bulunmamaktadır.Toplar, gülleler ve Haliç'i kapattığı söylenen zincirin bir parçasından oluşan eser, bahçede sergilenmektedir.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Sultan Ahmet Camii

  Sultan Ahmet Camii, 1609-1616 yılları arasında sultan 1.Ahmet tarafından İstanbul'daki tarihi yarımadada, mimar Sedefkar Mehmet Ağa' ya yaptırılmıştır.Cami mavi, yeşil ve beyaz renkli İznik Çinileriyle bezendiği için ve yarım kubbeleri ve büyük kubbesinin içi de gene mavi ağırlıklı kalem işleriyle süslendiği için Avrupalılarca "Mavi Cami (Blue Mosque)" olarak adlandırılır.Ayasofya'nın 1934 yılında camiden müzeye dönüştürülmesiyle İstanbul'un ana camii konumuna ulaşmıştır.
  Aslında Sultan Ahmet Camii külliyesiyle birlikte, İstanbul'daki en büyük yapı komplekslerinden biridir.Bu külliye bir camii, medreseler, hünkar kasrı. arasta, dükkanlar, hamam, çeşme, sebiller, türbe, darüşşifa, sıbyan mektebi, imarathane ve kiralık odalardan oluşmaktadır.Bu yapıların bir kısmı günümüze ulaşamamıştır.
  Yapının mimari ve sanatsal açıdan en önemli yanı, 20.000'i aşkın İznik çinisiyle bezenmesidir.Bu çinilerin süslemelerinde sarı ve mavi tonlardaki geleneksel bitki motifleri kullanılmış, yapıyı sadece bir ibadethane olmaktan öteye taşımıştır. Caminin içi 260 pencereyle aydınlatılmıştır.Sultan Ahmet Türkiye'nin altı minareli ilk camiidir.
  Tarihçe
  Efsaneye göre dönemin padişahı 1. Ahmet, başta minareleri altından yaptırmak istemiş.Ama kaplamada kullanılacak olan altının değeri padişahın bütçesini fazlasıyla aşınca, caminin mimarı Sedefkar Mehmet Ağa bu emri güya yanlış işiterek, altın sözcüğünden altı yaparak, camiyi altı minareli inşa ettirmiştir.
  Ancak efsaneler bir kenara, İstanbul' da meydene gelen her büyük olay, her büyük eser, İslam dünyasını yakından ilgilendiriyor ve başlıca konu ediliyordu.Sultan Ahmet Camii nin yapılması da hayranlıklar, geniş yankılar uyandırmıştı.Fakat imparatorluğun bazı eyaletlerinden de itirazlar gelmişti.İtiraz edenler, camiye altı minare yapılması Kabe'ye saygısızlık olur diyorlardı.Çünkü o zamanlar altı minaresi olan tek mabed Mekke'de idi. Padişah bu meseleyi bütün İslam ailesini memnun edecek şekilde halletti. Mekke'ye yedinci minareyi yaptırdı...